Kardeş ilişkileri
Annemin şöyle bir sözü kalmış kulağımda: “Bir çocuk hiç çocuk, iki çocuk bir çocuk, üç çocuk tam çocuk.”
Kardeşlik mevhumuna önem veren bir toplumuz. Bakmayın şimdilerde tek çocuklu çekirdek ailelerin çoğalmasına. Çok değil, bundan 20 yıl önce tek çocuk sahibi olan ailelerde çocuk sahibi olmak bakımından kısırlık gibi bir sağlık sorunu olduğu ya da çocuğun evlatlık olduğu düşünülürdü. Bir ailenin bilerek ve isteyerek, kendi hür iradesiyle tek çocuk sahibi olmayı seçmesine pek ihtimal verilmez, bunun bir seçim olduğuna inanılmazdı. Eşimle nişanlandığımızda –ki eşim tek çocuktur- çevreden gelen “evlatlık falan olmasın” türünden sorulara muhatap olmuşumdur.
Kardeşliğe de kardeşlerimize de önem veririz. Çocuklarımız da belli bir yaşa geldiğinde kardeşi yoksa kardeş istiyorum diye tutturur.
Yaşlanırsa bize bakar biri bakmazsa öteki bakar zihniyetinden daha ziyade, “çocuk ileride yalnız kalmasın, birbirlerine destek olsunlar, onu bu dünyada tek başına bırakmaya hakkım yok” da zamanımızda geçerli olan ebeveyn düşünceleri.
Birbirine destek olan, hayatı birlikte göğüsleyen, birbirine her konuda yardımcı olan birbirinin en iyi arkadaşı, sırdaşı olabilen kardeşler. Sonrasında bu kardeşlerin kendi ailelerini kurmasıyla aileye katılan çocuklar, kuzenler. Amcalar, dayılar, halalar, teyzeler. İnsan en çok da özel günlerde, bayramlarda, düğünlerde, ölümlerde, hastalık zamanlarında geniş, güven dolu destekleyici geniş bir aile ihtiyacı duyuyor. Birbirini destekleyen bireylerden oluşan, sevgi dolu, kendi içinde kenetlenmiş geniş bir aile ruh sağlığımız açısından da güvenlik duygusu sağlayarak önem arz ediyor.
Bununla beraber insanlar yine en büyük sıkıntıları, kavgaları kardeşleriyle , en yakın akrabalarıyla yaşıyor.
Geçenlerde bahçe evimizin çatısından fare tıkırtıları geliyordu. Orman içinde bir ev olunca farelerle başa çıkmak zor oluyor. İlaç koymak, kapan kurmak gibi yöntemler pek bana göre olmadığı için eve kedi almaya karar verdik. Her zaman uğradığımız benzin istasyonunda yeni yavrulayan bir kedi vardı ve ben istasyona her uğradığımda çay ocağında biraz oturup kedileri gözlüyordum. Yavrulardan bir tanesini gözüme kestirdim, tekir olanını, birkaç kere av yaparken görmüştüm. Çekirge kertenkele ne bulursa yakalıyordu. Tamam dedim bunu alalım. Çay ocağını işleten amca “iki tane al yalnız kalmasın” diyerek beyaz lekeli siyah kediyi de bize verdi.
İki yavru kardeş kediyi alıp arabamıza bindik. Eşim arabayı kullanıyor, ben de kedileri kucağımda tutuyordum. Az önce annelerinden ayrılmışlar ve hayatlarında ilk defa bir yabancının kucağında arabaya inmişlerdi. İyi avcı olduğu için seçtiğim tekir kedi ilk iş beni tırmaladı ve hemen kucağımdan kaçıp kendini arabanın arka koltuğuna attı. Tedirgindi, şüpheciydi, ne yapacağını bilemiyordu. Arabanın arka koltuğu camın önü oradan oraya vurarak geçiriyordu yolculuğunu. Bana verilen, benim de kıyamayarak aldığım siyah kedi sanki hiçbir şey olmamış gibi kucağımda gayet sakin duruyor, onu sevmeme izin veriyor patilerini cama dayayıp dışarıyı seyrediyordu.
Kardeşler arasındaki farklar insan ya da hayvan fark etmiyor, kendini her yerde gösteriyor. Biri temkinli, dikkatli, kabul etmeyen, teslim olmayan yapısıyla fareleri yakalamaya aday, diğeri gamsız, rahat, umursamaz tavırlarıyla ev kedisi olmak için aday.
İyi ki iki kardeşi birden almışım dedim, birlikte oyun oynayan kedileri seyretmesi çok keyifli.
Ama gelin görün ki ortaya bir parça ekmek attığımda tekir olan ekmeği kapıyor her seferinde ve ötekine hırrr diyor. Asla paylaşmıyor. Bir av bulduklarında da öyle. Avı tam da tahmin ettiğim gibi tekir yakalıyor ve kaptığı gibi de uzaklaşıyor.
Kardeşleriyle uyuyor, oynuyor, geziyor ama ekmeğini paylaşmıyor. En büyük ya da avlanma konusunda daha becerikli olan kardeş avlanıp diğerlerini doyurmuyor. Çok kardeşim var daha çok avlanmalıyım demiyor. Kardeşler bir tarafa anneler bile bir yerden sonra yavrusuna hadi git artık diyor, dışlıyor, bırakıyor.
Sıra insana gelince ekmeğini paylaşma derdindeki insan kardeşleriyle en büyük sıkıntıyı da burada yaşıyor. Düşman kardeşlerin düşmanlık nedenlerini sorgularsanız, görünür nedenler başka olsa da, temelinde ekmek kavgasının yattığını görebilirsiniz.
Kardeş bağları, yakın akraba ilişkileri içinde yaşanan güvenlik duygusu inkar edilemez. İnsanların bu duyguya ihtiyacı var.
Ekonomik birlik içinde mutlaka biriler kurban edilir. Duygusal güvenliğin yerini maddi güvenliğin aldığı bir dünyada yaşıyoruz. Daha üretken daha yaratıcı olmak için bireyselleşmek zorundayız. Birlikten kuvvet değil, şüphe ve öfke doğuyor artık. Kim kimden para çaldı, kim yalan söyledi şirketi zarara uğrattı mı. Güvenlik duygusunu kaybetmek istemediğimizde razı olup boyun eğmek zorunda kaldığımız olayların yarattığı öfke başaçıkılamaz hale geldiğinde, depresyon, kronik yorgunluk, bağışıklık sistemi hastalıkları kaçınılmaz hale geliyor.
Babalarının ani hastalığıyla sarsılan ailenin en küçük kızıyla çalışıyordum. Esmanın iki abisi ve bir ablası vardı. Ancak babalarının sağlığında ağabeylerden birisi dışında işlerle ilgilenen hiç kimse yoktu. Abisi 42 yaşındaydı. Evliydi ve 16 ve 18 yaşlarında iki oğlu vardı. Babalarının durumu iyi gitmiyordu. İşlere daha hakim ve babayla birlikte çalışan bu abisi yavaş yavaş şirkette daha fazla sorumluluk almaya başladı. Babalarının ani ölümüyle bir den tüm sistem çökmüştü. Babası şirket hisselerinin dağıtımında en büyük hisseyi en küçük kızına vermişti. Bunun sebebini de şöyle açıklamıştı. Hepinizi okuttum evlendirdim evinizi aldım güzel bir hayat sürmenizi sağladım. Ama esma daha 20 yaşında. (esmanın en küçük abisiyle bile arasında 15 yaş vardı) Daha üniversiteyi bile bitirmedi. O nedenle bunun daha adil olduğunu düşünüyorum. Babaları hayattayken kimse bu dağılıma itiraz etmedi. Bunu önemsemediler. Ama babaları toprağa girdikten bir gün sonra evde konuşulan mevzu esmanın hisseleri olmuştu. Özellikle ablasının eşi yani eniştesi bu durumdan çok rahatsızdı. Şirketin yönetimini eline tamamen geçiren abisi bir gün esmayı karşısına aldı ve: esma hisselerin eşit şekilde dağıtılması ailemizin huzuru için çok önemli. Söz veriyorum sana bir ev alacağız ve evlenmek istediğinde tüm evini istediğin gibi döşeyeceğiz. Lütfen imzala şu belgeleri ve fazla olan hisseleri dağıtalım eşit olarak. Sonuçta kimse babasının kararına saygı duymamış, babası hayattayken onayladıkları bu durumu değiştirmek için ellerinden geleni yapmışlardı. Esmanın herkesle arası bozulmuştu. Babasını kaybettiği yetmiyormuş gibi tüm ailesini de kaybetmişti. Abisinin çocukları ablasının çocukları tam dört tane yeğeni vardı. Hepsi ona cephe almıştı. Esmaya suç işlemiş gibi davranıyorlardı. Özellikle büyük yengesi bir türlü hazmedemiyordu. Bir gün dayanamayıp patladı: bütün işi benim kocam yapıyor, bütün sorumluluğu o taşıyor, benim kocam stresten uyku uyuyamıyor ama hissenin büyüğü esma hanımda. Yengesiyle ablasının konuşmasına şahit olmuştu. Kaynar sular döküldü başından aşağıya. Sanki esma onların hakkını yemişti, onlara düşmanlık etmişti. Esma şimdi ne yapmalıydı. Eğer hisselerini verirse bu tavırlar sona ererdi ermesine. Ama o bir daha inanabilir miydi samimiyetlerine. Para söz konusu olduğunda en kötü düşmandan daha düşman olmuştu ailem dediği insanlar. Çok sevdiği yengesi, ağabeylerinden ayırmadığı eniştesi. Babasının acısını çok hafif kalmıştı şu yaşadıklarının yanında. Savaşabilirdi. Şirkette işe başlayıp güç kazanabilirdi, işi öğrenebilirdi. Bu yolu seçti. Ama yapamadı. İşi öğrenmesine engel oldular. Moral olarak yıkılmasını sağladılar. İlk olarak duyması gereken şeyleri en son öğreniyordu. Hem de elemanlardan öğreniyordu. Şirkette geçirdiği altı ayda çok yıprandı. İlaç almadan uyuyamaz hale geldi. Bazen komik gerekçeler söylüyorlardı. Sen evlenirsen kocan bütün gücü ele geçirir. Kim olduğunu bilmediğimiz birine bırakamayız şirketin geleceğini. Hem senin hem de şirketin iyiliği için böylesi daha iyi.
Psikolog Yazar Tülay KÖK
Gsm: 0 533 815 33 54