Çocuk sahibi olmak için doktora başvuran çiftlerin yüzde onbeşlik kısmında kısırlığa sebep olacak fiziksel bir probleme rastlanmıyor. Bu çiftlerin bir kısmı zaman içinde doğal yollarla gebe kalabilirken bir kısmı da tüp bebek ya da aşılama gibi yöntemlere başvuruyor. Bebek sahibi olma yolundaki tedavi süreci çiftler için oldukça stres verici. Özellikle de anne adayları için uzayan stresli dönemler üreme fonksiyonları üzerinde olumsuz etkiler doğurabiliyor.
Bir kadın anne olmaya karar verdiğinde ve doğum kontrol yöntemlerini bıraktığında, düzenli cinsel hayata ve herhangi bir fiziksel sorun olmamasına rağmen neden hamile kalamaz? Anne adayının farkına varamadığı stres kaynakları neler olabilir? Bu soruların cevaplarını aramaya ilk olarak kadının zihnindeki annelik kavramını sorgulayarak başlayabiliriz.
Eğer kadın hayatın anlamını anne olmakta arıyorsa, hamile kalamıyor oluşunu kendi yetersizliği ve eksikliği olarak algılıyorsa, anneliğin kendisine değer katacağına inanıyor ve hatta kendi değerini tamamen anne olmakla ilişkilendiriyorsa gerilim ve stres düzeyi artacaktır. Üreme gibi basit bir fizyolojik fonksiyona yüklenen böylesi bir anlam çocuk sahibi olma önünde engele dönüşecektir. Anne olma isteği ile bir çocuğa sahip olmayı istemek aynı şey değildir. Anne olmayı hedeflemek kadınlık onayı için bir görevi yerine getirme arzusundan kaynaklanırken, bir bebek sahibi olmaya odaklanmak kadınca içgüdülerin açığa çıkmasına olanak sağlar.
Annelik kavramının yüceltilmesi, idealleştirilmesi ve abartılı şekilde kutsallaştırılması da kadınların anne olma konusunda bilinçdışı korkular yaşamasına neden olabilir. Toplumun anne rolü karşısındaki yüksek beklentilerini karşılayamayacağı korkusu, gizli bir korku olarak kadının ruhunda varlığını sürdürebilir.
Elbette annelik içinde kusursuzluğu barındırması gereken bir kurum değildir. Anneler de kendine özgü ihtiyaçları bulunan sıradan insanlardır. Anne olmak demek kadınlığa, insan oluşa dair duygulardan sıyrılabileceğimiz anlamına gelmez. Bir kadın sadece anne oldu diye sürekli olarak sakin, öfkesinden arınmış, her daim anlayışlı şefkatli ve sabırlı olamaz. Anneler de öfkelenebilir, annenin de sabrı taşabilir. Bu duyguları inkar etmek, yok farz etmek ya da her daim pozitif duygu-durum içinde kalabilmeyi amaç edinmek gerek gebelik öncesinde gerekse çocuk doğduktan sonra sorunlar yaşanmasına neden olur. Bir duyguyu yönetebilmemiz o duyguyu fark ettiğimiz ve kabul ettiğimiz sürece mümkündür.
Çocuk bakımıyla ilgili kaygılar da anne olma sürecindeki kadınları olumsuz etkileyebilir. Anne adaylarının hatırı sayılı bir kısmı, yeterince iyi bir anne olup olamayacakları, bebeklerine tek başlarına yetip yetemeyecekleri konusunda endişeli. Kadınlar anneliğe yönelik tanımlanmış rollerin altında ezilebiliyor. Çocuğun bebeklikten itibaren tüm sorumluluğu anneye yükleniyor ve çocuğun yaşadığı en ufak olumsuzlukta fatura çoğunlukla anneye kesiliyor. Hem de en başta ailedeki anne, kayınvalide gibi diğer kadınlar tarafından, daha sonra eş, ilerleyen dönemlerde öğretmen ve hatta psikologlar tarafından bile yaşanan olumsuzluklar annenin hatalarına bağlanıyor. Çocuk düşerse, ağlarsa, hasta olursa, zayıflarsa, şişmanlarsa, kitap okumazsa, bilgisayar başında çok zaman geçirirse, ödevini yapmadan okula giderse, düğmesi koparsa, kavga ederse, altına çiş yaparsa…vb. pek çok konuda kadınlar şu sözleri duymaya aşina : “çocuğu hasta ettin”, “çocuğa terbiye veremiyorsun”, “çok şımartıyorsun”, “ince giydiriyorsun”, “kalın giydiriyorsun” “az emzirdin”, “ek gıdaya geç başladın”, “zamanında alıştırmadın” ve hatta son noktada “bir çocuğa bakamıyorsun”.
Ve her kadın kendi çocukluğundan başlayarak kadınlara kesilen faturaların farkında olarak büyüyor. Çocuk iki kişiye ait olmasına rağmen çocuk bakımı konusundaki beklentiler ağırlıklı olarak anneye yükleniyor. Kişilik yapısı olarak da mükemmeliyetçi özellikler taşıyan bir kadının stres seviyesi bu konuları düşündüğünde oldukça artıyor.
Özellikle şehirli ve eğitimli kadınlara modern hayatın dayattığı başka baskılar da var. Doğum sonrası kilolarımı verebilecek miyim? Bebek sahibi olduktan sonra iş hayatına dönüp kariyerime devam edebilecek miyim? Eşime karşı ilgili ve anlayışlı olabilecek miyim? Onu ihmal eder miyim, ilişkimiz bebek sonrası nasıl olacak? Sosyal hayatımız bitecek mi?
Elbette çocuk da kariyer de yapan, iki ay içinde hamilelik öncesi kilolarına dönen kadınlar var. Ancak her kadın kendi içinde böyle bir gücü bulamayabilir. Kilolarını hemen veremeyebilir, bebeğini emzirmekle kariyerini sürdürmek arasında seçim yapmak zorunda kalabilir. Pek çok kadın bu konuda öncelikle eşinden ve yakınlarından destek görüp görmeyeceğiyle ilgili kuşkulara sahiptir. Bunda da en büyük etken iki çocuk sahibi olmasına rağmen otuzdört beden olabilen istisna bazı rol modellerin sanki işin normali ve ortalaması buymuş algısının yaratılmasıdır.
Anne olmaya giden yolda kadının stresinin artmasına neden olan düşünce yapıları genel hatlarıyla bunlar. Eğer çocuk sahibi olmaya engel fizyolojik bir problem yoksa kadınlık içgüdüleriyle bağlantı kurabilen her kadın doğal yollarla hamile kalabilir. Bilinçaltı engeller, blokajlar, olumsuz düşünce kalıpları yarattıkları stres yüküyle her tür güdümüze zarar verebilir. Sadece üreme değil, uyku ve beslenme fonksiyonlarımızda defolu öğrenmelerimizden payını alır.
Bilinçaltımız basit ama naziktir. Bilinçaltına yönelik psikolojik çalışmalarla kadının doğal ritmine yeniden kavuşması mümkündür. Hamile kalan içinizdeki dişidir. İçinizdeki dişiyle bağlantı kurmadan, onu bastırarak, inkar ederek sadece sosyal kimliğinize uyacak bir hedef olarak bebek sahibi olmaya çalışmak (çocuk düşünenler bu kelimeyi kullanıyorlar) sıkıntılarınız olabilir. “Çalışmaya başladık” enteresan bir tabir. Her canlının kendiliğinden ulaştığı doğanın en normal işleyişine çalışarak ulaşmak insana özgü garip olgulardan biri.
İçimizden gelen sesi dinleyebilirsek o ses her durumda, en zor durumda bile bize ne yapmamız gerektiğini fısıldar.
“Evlenmekten, hamile kalmaktan, doğum yapmaktan korkuyorum. Kendimi bir çocuk büyütmek, anne olmak için gerçekten de hazır hissetmiyorum, böyle bir gücüm yok” diyor olabilirsiniz. Oysa insan kendisini hiçbir zaman hazır hissetmez. “Doğum yapmaya, emzirmeye, uykusuz gecelere dayanamam” derken, bu günkü bilinç hallerimize göre konuşuruz. Çünkü sahip olduğumuz içsel güçlerin hepsini aynı anda hissedemeyiz. Bu güçler zamanı geldiğinde biz harekete geçmeye karar verdiğimizde açığa çıkar. İçsel kaynaklarımız içimizde yığılı paketler halinde durur ve sırası geldiğinde o paketi açmamıza izin verilir. Deneyimi yaşamak için kendimize izin verdiğimiz anda mucize gibi değişimler gerçekleşir. “Ben bunu nasıl yaparım, ben buna nasıl dayanırım” demek, içimizdeki güçlerin varlığına güvenmemekten kaynaklanır. İçimizden gelen sesi dinleyebilirsek o ses her durumda, en zor durumda bile bize ne yapmamız gerektiğini fısıldar.
Konuyla ilgili daha geniş bilgiye Terapi Odası Konuları kitabımdan da ulaşabilirsiniz.
Sevgiyle kalın.
Milliyet Gazetesi – Cadde Eki
09.08.2015
Psikolog Tülay KÖK