Diğerini suçlamaya giriştiğimiz ya da suçlamalar karşısında ısrarla savunmada kaldığımız her an, ortada karşılanmamış bir ihtiyacımız ya da büyük bir beklentimiz vardır. İletişim kitapları, sen dili, ben dilini, iletişimdeki hataları, suçlamadan konuşmanın önemini anlatırlar. Beden dili kitapları nasıl duracağımızı söyler. Oysa ortada diğeri tarafından karşılanmasını beklediğimiz bir ihtiyaç varken, bu ihtiyacı nasıl bir dille anlattığımızın önemi yoktur. Muhtaç olduklarımızı hiçbir zaman alamayız. Dünyanın en iyi uzmanlarından, en iyi dil kalıplarını öğrensek de, beynimizi programlatıp, beden dilini çözsek de nafiledir.
İlgi, sevgi, şefkat, para, anlayış, anlaşılmak, haklı olmak… istediğiniz her ne ise, muhtaç olduğunuz sürece alamazsınız. Anlatmayı, açıklamayı, suçlamayı, kurban rolü oynamayı ya da her ne yapıyorsanız yapmayı bırakın.
Almaya odaklandığımızda diğeri bizimle kedinin fareyle oynadığı türden bir oyuna girişir. Hani küçük bir çocuğa elinizdeki şekeri gösterip “bir kere öp vereceğim” dersiniz. Çocuk gelir öper. Sonra” bir de öbür yanağımdan öp” dersiniz, onu da gelir öper. “Bir kere de ben öpeyim” dersiniz, ona da belki tamam der. Ama çocuk bile üçüncüden sonra, çok istediği şeker için bile dediğinizi yapmaz, vazgeçer. (Vazgeçmeyenleri de var ama şekeri her şeyden çok isteyen küçük çocukların şekerle kandırılarak başına gelenleri hepimiz biliyoruz)
Almaya odaklanmak, anlaşılma ihtiyacı duymak karşımızdaki kişilerin gerçek niyetlerini görmemize de engel olur. Kötü niyetli kişilerin emellerine alet oluruz. Biz haklı olduğumuzu ispat etmek için uğraşırken köprünün altından çok sular geçer. Gerçek dünya ile bağlarımız kopar. Esas niyeti bizi terk etmek olan sevgilimizin, sudan sebeplerle çıkardığı kavgaların içinde boğulmuş, gözlerimiz kör olmuş biçimde haklılığımızı kanıtlamak için uğraşıp sayfalar dolusu mesaj yazarken, sevgilimiz çoktan başka birinin kollarına gitmiş olabilir.