Günümüzde evlenmeyi isteyen de boşanmayı isteyen de kadın. Bir evlilik sürüyorsa kadın sürdürdüğü için sürer, bitiyorsa kadın bitirdiği için. İstisnalar dışında kadın evli kalmak istediği sürece evliliğini devam ettirebilir.
Kadınlar her zaman ideal buldukları bir adamla mı evlenirler? Hayır. Kadınları büyük kısmı evlendikten sonra gerçekten nasıl bir erkek istediklerini idrakine varır. Bir kadın ilk evliliğini yapana kadar evlilik sadece varılması gereken bir hedef ya da atlanması gereken bir çitadır. Evlenmek kadın için toplumsal anlamda önemlidir. Evlilik gerçekleştirememiş kadın toplumdaki statüsü yeri ne olursa olsun hep bir tarafının eksik kaldığını hisseder. Sonuçta tercih edilmemiştir. Tercih edilmemiş seçilmemiş olmanın dayanılmaz ağırlığını sırtında taşır. (oysa seçen her zaman kadındır ancak kadın bunun farkında değildir.)
kadınlar bir ilişkide ne ister, ne bekler ve bunu karşı tarafa nasıl anlatamaz?
Kadının bir ilişkideki en önemli ihtiyacı güvenliktir. Erkeğinin yanında güvende olduğunu hisseden kadının aşkı yıllar boyu sürer. Gelin görün ki kadınlar tam da bu noktada gerçekten ne istediklerini tanımlamakta zorluk çekerler. İhtiyacının gerçekten ne olduğunu kendisine bile tanımlayamayan kadının derdini karşısındaki adama anlatabilmesi elbette mümkün değildir.
KADINLAR KADIN OLMAYI ÖZLÜYOR.
Zaman öyle bir zamanki bir evlilikte erkeğin tek başına karısının ve çocuklarının sorumluluğunu taşıması onu bunaltıyor. Erkek de destek arıyor. Modern dünya öyle cazip öyle renkli ve ucuz yollu seçenek sunuyor ki erkeğe, erkeğe “dünyaya karıma ve çocuklarıma bakmak için mi geldim” sorusunu sorduruyor. Modern zamanların modern zamane adamları iş yükü, iş koşulları, çalışma saatleri ve zaman yokluğunun altında öyle bir bunalıyor ki bir noktadan sonra akşam eve geldiğinde eşiyle sohbet etmek ya da çocuklarla oynamak gibi durumları da iş olarak görmeye başlıyor. Ona göre işyerinde mesai bitse evde mesai devam etmekte. Şimdi eve gidilecek, hanımla sohbet edilecek, çocukla saklambaç oynanacak, büyük çocuğun ödevlerine yardım edilecek sonra hepsi yatacak ve ben rahat edeceğim.
Bir evlilikte gelinebilecek en tehlikeli durumlarda biri işte erkeğin evdeki karısını da hayatın yüklerinden biri olarak görmeye başlaması hali. Peki bu noktada kadın kendini nasıl hissediyor. Duruma kadın tarafından bakalım. Kadın bütün gün ev işleriyle uğraşmıştır. Çocukları okula göndermiş karşılamış karınlarını doyurmuştur. Evdeki işlerden de çocuklardan da bunalmış hatta canı da çoğu zaman sıkılmış olduğundan kocasının gelmesini beklemektedir bu sırada kocasının kendisini de bir görev gibi gördüğünün farkında değildir. Kadın kocasının akşamları sohbet etmemesinde konuşmamasından dertli. Eğer bir evlilikte kadın “akşam kocama nasıl bi konu açsam diye düşünüyorsa, ne konuşacağını şaşırıyor, sorularına evet hayır belki dışında cevaplar alamıyorsa” o evlikte iletişim olduğu düşünülemez. Sağlıklı bir evlilikte iletişim öyledir ki laf lafı açar muhabbet kıvamını bulur ve en güzel geceler çiftleri bekler.
Bir erkek hayatın yükü altında ezildiğini ama karısının evde bütün gün el ense yaptığını düşünmeye başladı. Ev hanımlığı mesleğinin itibarı iyiden iyiye azaldı. Diplomalı ev hanımları çoğaldı. Mesleği olup da evde oturan kadına erkek saygı duymaz oldu. Karısıyla aynı eğitimi almış çalışan kadınla ofiste omuz omuza çalışan adam o kadının da çocuk baktığını, yemek yaptığını, çamaşır astığını görünce karısını giderek daha işe yaramaz görmeye başladı. Dedi ki “ demek bi kadın hem çocuk hem kariyer yapabiliyormuş” hem eve maddi destek oluyor hem de bütün ev işlerini yine yapıyor.
Erkeklerin kadınlardan beklentileri yükseldi.
Kadın kadına nasıl düşman oldu.
Sonuçta yine kadın zararlı çıktı.
Bir kadın hem çocuk yapar hem de ona bakar, turşu kurar, biber kurutur, güzel ve bakımlı olur, para kazanır, kocasına arkadaş ailesine yoldaş olur. Hayat içindeki adaletsiz göre paylaşımının bedelini yine kadınlar öder.
Kadına kurulmuş en büyük tuzaktır çocuk da kariyer de onu da bunu yapma hep ileri daha ileri gitme ayaklarının üzerinde durma palavrası. Bir kadın tüm bunları yaptığında erkeği giderek hayatında gereksiz bir varlık hatta yük olarak görmeye başlıyor. Aile kurumu için sonun başlangıcı olan düşüncede işte burada başlıyor. Her şeyi ben yapıyorsam sen neden varsın? Diye sorma cesareti gösterebilen kadın hayatına yalnız ya da çocuğuyla beraber devam ediyor. Bunu söyleme cesareti olmayan kadınsa çaresiz hissediyor. Çünkü koca diye seçilen adam mükemmel görünüyor. İçmez dövmez, kumar oynamaz. E o zaman hadi idare edelim.
Tüm bunlar kadınları seksüel olarak da alaşağı etmekte ve buna paralel kadın aldatmalarında patlama yaşanmakta.
Güvenlikten kasıt nedir?
Kadın erkeğinin “her düştüğünde kendisini tutacağına” inanmak ister. Temel beklenti budur. Bunun da erkeğin ekonomik durumuyla, eğitim seviyesiyle ya da toplumdaki konumuyla alakası yoktur. Bu tamamen hissiyat meselesidir. Öyle erkekler vardır ki eğitimli statülü paralı… ama olmayınca olmaz. Kadının güvenlik ihtiyacı kadına harcadığı parayla da ilgili değildir.
Sınır ve kadınlar:
Kadınlar her ne kadar sınırlanmak istemeseler, özgürlük isteseler de bir taraftan da kısıtlanmak hissederler. Hoş gerçi kısıtlandıkları zaman da kavga ve huzursuzluk çıkarırlar. Ama erkek kadının karşısında sakin soğukkanlı ve geri adım atmadan durmalıdır. Kadın ne kadar huzursuzluk çıkarsa da dirayetli duran ve sınırını net koruyan erkek karşısında eninde sonunda sakinleşecektir.
İlişkiler tahtıravalli oyunu gibidir. Dengeyi bulmak zordur bazen. Kadın yükleri üzerine alıp daha da aşağıya indikçe erkek ister istemez havaya uçacaktır. Yukarısı havadar ve rahattır. Kadın şikayet etmek yerine bu oyundaki yerini değiştirmeyi denemelidir. Yani yüklerini yavaş yavaş bırakmayı.
Kadın çok yoruluyorsa az yorulmayı seçmeli. Çok yorulmak istemiyorsa az yorulacağı yaşam biçimine geçmeli ve yorulduğu için kocasını suçlamaktan vazgeçmelidir. Nihayetinde tercihlerimizin sonuçlarını yaşıyoruz. Hem çalışmak, hem çocuk bakmak, hem de temizlik yapmak hem de kocanızın eve çağırdığı misafire iyi davranmak zorunda değilsiniz.
Kadınlar şikayet edip durmaktan vazgeçmeli. Az konuşup çok hareket etmeli. Gerçekten sorun kendinize nasıl bir yaşam istiyorsunuz. Bu yaşamı gerçekleştirmenizdeki tek engel gerçekten kocanız mı? O hayatınızda olmasaydı ne değişirdi? Size yardım etmiyor destek olmuyor olabilir. İstediğiniz hayatı kurmanız için tek engel o olamaz.
İnsanlar aynı anda olamayacak iki şeyi aynı anda istedikleri için acı çekerler. Hem istediğimiz gibi yaşamak kendi tercihlerimizi yapmak isteriz. Ama bu yetmez. Bununla beraber huzur da bozulmasın isteriz. Bizim isteğimize saygı duysunlar ve biz istediğimiz şeyi yapıyoruz diye kavga çıkarmasınlar isteriz. Örneğin çalışan bir kadın iş çıkışı haftada üç gün yoga kursuna gitmeye karar verir. Ancak kurs çıkışı eve vardığında eşi çoktan eve gelmiştir ve kendisini asık bir suratla karşılar. Dolapta yemek vardır ama çıkarıp yemez. Kendisini aç bırakmıştır. Kadın sinirlenir. Yemek yapmıştım akşam geç geleceğim için neden çıkarıp yemedin. Adam seni bekledim diyebilir. Hiçbir şey demeyebilir. E hazırla da yiyelim o zaman diyebilir. Kadın öfkelidir çünkü yaptığı bu faaliyetin eşi tarafından engellendiğini eşinin ona destek olmadığını hissetmektedir. Bir karar vermesi gerekmektedir. Kocası çocukça bir ilgi beklentisi içindedir. Eve geldiğinde karısını evde bulmak istemektedir. Yemekler hazır sıcak olarak sofrada olsun istemektedir. Bununla beraber muhtemelen karısının daha fit görünmesini ve daha huzurlu olmasını da istemektedir. Elbette işe gitmesini de, para kazanmasını da. Bu durumda erkeğin durumunu ele almadan önce kadının durumuyla devam edelim. Kadın yogaya gitmekten vazgeçerse evde huzur olacaktır, kocası surat asmayacaktır. Ama istediği bir şey gerçekleşmediği için kocasına öfkelenecek başka şekillerde kocasının canına okuyacaktır.
Kadınların çoğu ne yapar? Giderek artan sayıda kadın böyle bir durum karşısında kavga çıkarmayı seçer. “neden yemeği ısıtmadın*? Şurada sevdiğim bir tanecik hobim var onu da burnumdan getir. Zaten hangi yaptığıma destek oldun.”
Tabi bu durum işe yaramaz, sorun çözmez. Takip eden günlerde erkek yine aynı davranışı daha da arttırarak sürdürür. Kadın dolaba yemek koyar elbette suçluluk duygusuyla tüm imkanlarını zorlayarak yemek yetiştirmeye çalışır. Ama eve geldiğindeki manzara sucuklu yumurta ya da tost yapıp bütün mutfağı dağıtıp bırakan bir adam olabilir.
Kadın daha da öfkelenir. Ama erkek sakindir. “ben sana bir şey demiyorum. Hiç gitme yogaya gibi laf ettim mi der.
Kadın: “keşke etseydin de böyle davranmasaydın” derken sinirden aklını kaçıracak gibidir.
Muhtemelen kadın pes eder. İki tarafta kaybetmiştir.
Peki nasıl olmalı? Evdeki huzuru kaçırmadan, dengeleri bozmadan aynı zamanda kendi isteklerimizi korumanın bir yolu var mıdır. Elbette vardır ve şimdi bu yolları adım adım belirleyelim.
Öncelikle; biz bir davranışta bulunduğumuzda karşı tarafında bizim davranışımız karşısında istediği gibi tavır alma özgürlüğü olduğunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız. Bir erkek, arkadaşlarıyla maça gittiğinde eşinin ona nasıl davranması gerektiğiyle ilgili bir kural yoktur. Ya da eşine ev işlerinde yardım etmek istemediğinde… bir kadın kız arkadaşlarıyla ya da annesi ve kız kardeşiyle gezmeye gittiğinde…. Resim kursuna başlamaya karar verdiğinde…
Taraflar birbirlerine hak ettikleri ya da hak etmedikleri tepkilerde bulunabilirler. Kimsenin bize hak ettiğimiz şekilde davranacağına dair verilmiş bir sözü yoktur. Hak etmediğimiz davranışlarla karşılaşabiliriz. Neden bana böyle davranıyor diye kahrolmak, hayır ama öyle değil böyle davransın diye beklemek gereksizdir. İşe de yaramaz. Hoşnut olmadığımız muamele karşında kendi davranışımızı seçme özgürlüğüne sahibiz. Kendi tepkimiz dışında kontrolümüzde olan başka bir şey yok.
İlk adım: karşı tarafın neden böyle davrandığını anlamaya çalışın. Ne hissediyor olabilir. Neden öfkeli, neden tepkisiz, neden bağırıyor ya da neden susuyor. Bir şeyler yolunda gitmiyor. Hemen alınganlık yapıp durumu kişiselleştirmek yerine anlamaya çalışın. Örneğin yukarıdaki örnekte koca yoga kursundan gelen karısına neden zorluk çıkarıyor. Eşeler büyük çoğunlukla bekledikleri ilgiyi karşı taraftan alamadıklarında huzursuz davranırlar. Eşinin yogayı kendisine tercih ettiğini düşünüyor olabilir. Eve girer girmez karısının kendisini şımartmasını istiyor olabilir.
Eşinizin ne düşündüğünü ona sorarak anlayamazsınız. Sorduğunuzda size söylediği muhtemelen gerçek neden olmayacak. Bu konuda işin içinden çıkamadığınızda bir psikologtan yardım alabilirsiniz.
İkinci adım sakin olmaktır. Biraz sabır gösterdikten sonra eşinizle konuşun. Ama bu konuşma alelade bir konuşma olmamalı. Televizyonun karşısında ya da bir işle meşgulken değil. Önemli konuşmalar yapmak istediğinizde eşinizle bir gün önceden ya da en azından akşam yapmayı planladığınız bir konuşma için o günün sabahında haberleşin. Ona “seninle konuşmak istediğim bir şeyler var. Akşam iş çıkışı filanca yerde buluşalım mı?” şeklinde sorun.
Randevulu görüşmeler karşımızdaki kişinin bizi daha bir merakla dinlemesini ve söylediklerimizi dikkate almasını sağlar. Terapistinizle yolda karşılaşıp on dakika sohbet ettiğinizde bunun bir değeri olmaz. Aynı konuşmayı randevu saatinde psikolog ofisinde yaparsanız zihnen ve ruhen tamamen ona hazırlandığınız için sarf edilen her kelime sizin için değerli olacaktır.
Eşinizle yapacağınız konuşma kısa öz ve etkili olmalıdır. Bir saatlik bir buluşmada ifade etmek istediğiniz konunun kapladığı zaman beş dakikayı geçmemelidir. Bu konuşmayı yapmadan önce kendinize şu dört soruyu sormalısınız:
Ben ne istiyorum?
Ben ne hissediyorum?
Seni hangi noktalarda anlıyorum?
Senden ne bekliyorum?
“Neden hep ben çabalıyorum neden hep ben anlıyorum. O niye çabalamıyor şimdi ben suçu kabullenmiş oluyorum, o haklı oluyor.” gibi cümleler benim de danışanlarımdan en sık duyduğumu cümleler. Her ne yapıyorsanız kendiniz için yapıyorsunuz. Ayrıca kimin haklı olduğunun hiçbir önemi yok. Amaç mutlu bir ilişki yaratmak. Mutlu bir ilişki için çabalıyorsunuz. En çok da kendi mutluluğunuz için bunları yapıyorsunuz.
Örnek konuşma:
Biliyorsun son zamanlarda kendime yeni bir uğraş edindim. Haftada üç gün yoga yapıyorum. Yoga hayatıma girdiğinden beri kendimi daha huzurluyum. Hem fiziksel olarak hem ruhsal olarak iyi hissediyorum.
Ancak eve döndüğümde beni rahatsız eden bir durumla karşılaşıyorum. Büyük zahmetle akşama yetişemeyeceğim için sabah erkenden senin için pişirdiğim yemekleri yemediğini görünce bir de yüzün gülmeyince kendimi kötü hissediyorum.
Şunu bil ki akşam yemeklerini hep beraber yemek benim de en çok istediğim ve en çok sevdiğim şey. Bununla beraber işyerindeki sıkıntılarım ve psikolojik durumum için bu kursa gitmeye ihtiyaç duyuyorum. Bana iyi geliyor.
Belki bu kurs nedeniyle seni biraz ihmal ediyorum . Ama bil ki benim için her şeyden önemlisin. Yoga bir tercih değil sadece bir ihtiyaç bu dönemde. Bu konuda sen ne hissediyorsun ? bir çözüm önerin var mı?
Bu konuda desteğine ihtiyacım var. Bu kadarcık kredim vardır heralde.:))
Karşınızdakinin uğraşını hobisini arkadaşlarını anlamsız gereksiz hatta zararlı bulabilirsiniz. Ama o iyi hissediyorsa anlamasanız bie hemfikir olmasanız bile saygı duymalısınız.
Psikolog Yazar Tülay KÖK
Gsm: 0 533 815 33 54