Kötü, bencil, sadece kendini düşünen çıkarcı insanları kabul edemiyorum diye bir yorum vardı bir önceki yazının altında. Kabul etmeyin zaten. Ama neyi kabul etmeyin. O insanın size bencilce davranmasını kabul etmetin. İzin vermeyin buna. O zaman neyi kabulleneceğiz. O insanın bencil biri olduğunu.
Peki bizi tüketen ne? Bir umutla sarıldığımız iyilik düşüncesi. Ben yeterince iyiysem kimse bana kötülük yapmaz şeklindeki romantik hayalimiz. Sınırınızı çizin, kendinizi koruyun, mesafe koyun, insanları değiştiremeyiz sadece onlara bizi üzme izni vermeyebiliriz.
O insanın gerçeğini bile bile; belki değişir, belki anlar ısrarı ve umuduyla onun gerçeğine göre değil, kendi isteğimize göre davrandığımızda üzülen biz oluruz. Huylu huyundan vazgeçmez, can çıkar huy çıkmaz. Bazı insan çok pintidir bir çayı size ısmarlattığını kar bilir. Bazısı her yere geç kalır, sizi bekletir. Bazısı çok dedikoducudur ağzında bakla ıslanmaz. Ve bu insanlar sizin eşiniz, görümceniz, anneniz, kardeşiniz, mesai arkadaşınız, komşunuz gibi her daim görüşmek zorunda olduğunuz insanlar olabilir. Burada bizi üzen onu kendi değerler şablonumuza oturtamamaktır. Geç kalmak ayıptır doğru ama bunu karşıya nasıl anlatabilirsiniz. Anlatamaz ve öğretemezsiniz. Kabullenmek karşımızdakini değiştiremeyeceğimizi kabullenmektir.
Mesela bizim yapmazsam ayıp olurlarımız var. Ya da yapmazsam çok üzülür, yapmazsam millet ne der? İşte bu endişelerimiz yüzünden kendimizi savunamıyoruz.
Bir de en kötü insan bile bizi sevsin anlasın istiyoruz. Yanlış anlaşılmaktan, bizi kötü bilmelerinden ve sevmemelerinden çok korkuyoruz.
Sadece kendini düşünen birine ayıp olur, yanlış anlar, elalem ne der düşüncesiyle boyun eğip, kendinizi kullandırıp sonra da sinirlerinizi harap edip bir de arkalarından konuşup günaha girmenin bir anlamı yok değil mi? Herkese aynı muameleyi yapamazsınız. Herkese hak ettiği muameleyi yaparsanız hiç mi hiç canınız yanmaz.