Sorun Çözmede Üç Temel Etkisiz Yaklaşım ; Kavga Etmek , Razı Olmak , Çekip Gitmek
Diğerleriyle sorun yaşadığınızda ne yapıyorsunuz?
Diğer kişi eşiniz, çocuğunuz, anneniz, babanız, kardeşiniz, dostunuz, patronunuz, kuaförünüz, restorandaki garson ya da otobüsteki bir yabancı olabilir.
Bir sorunla karşılaştığınız da, ya da sorunlar hep sizi buluyorsa ne yapacağınızı biliyor musunuz? Yoksa o anki duruma, o andaki psikolojinize, ya da diğerinin ruh haline göre tepkileriniz değişkenlik mi gösteriyor? Gözüme kestirirsem kavga ederim, gözüm kesmezse alttan alırım, hiç olmadı arkamı döner giderim mi diyorsunuz?
Bir de ne yaparlarsa yapsınlar işin içinden bir türlü çıkamayanlar, insanlarla başa çıkmayı bir türlü öğrenemeyenler vardır: İnsanlara küsüp hayvanlara sarılanlar.
İnsanların arasına karışıp da sorun yaşamayan kimse var mıdır acaba? İnsanın insana değdiği her yerde sorunlar kaçınılmaz olarak kendini gösterir. İster en yakın ilişkilerimizde, ister ilk kez gördüğümüz insanlarla olsun, sorunlar her yerde vardır. Bazen ufacık bir olay, bazen de hayati meseleler sebebiyle sorunlar varlığını gösterir ve biz genellikle diğerleri daha mantıklı, daha terbiyeli, daha dürüst, daha çalışkan, daha dikkatli ya da daha her ne ise öyle olsalar sorun yaşamayacağımızı düşünürüz.
Mesela, çocuklar sorumluluklarını biraz bilseydi, kocam bu kadar çok içmeseydi, garson siparişi zamanında getirseydi, arkadaşım her yerde dedikodumu yapmasaydı, annem çocukken benimle daha çok ilgilenseydi, sevgilim başka kızlara bakmasaydı, kayınvalidemler haber vermeden gelmeseydi, patronum ne kadar çalıştığımı fark edip maaşıma zam yapsaydı, babam sağlığına dikkat etseydi, kardeşim her yere borç yapmasaydı, belediye daha iyi çalışsaydı, herkes işini düzgün yapsaydı ortada zaten hiçbir sorun kalmayacaktı. Ama insanlar böyleydi. O zaman bana düşen çekip gitmek, gidemiyorsam razı olmak, gücüm varsa kavga etmek miydi?
Bizler insan ilişkilerinde hiçbir işe yaramayan sorun çözme yöntemleri kullanırız. İşler istediğimiz gibi gitmediğinde, tehdit etmek, kavga çıkarmak, içe kapanmak, küsmek, anlatmaya çalışmak, yalvarmak, ağlamak, boyun eğmek, bağırmak, çıldırmak, hastalanıp yataklara düşmek dahil pek çok şey deneriz. Hepsinin de amacı sesimizi diğerine duyurabilmek, derdimizi anlatabilmek, anlaşılmayı istemek, haklılığımızı kanıtlayabilmektir. Bu yöntemler neredeyse hiçbir zaman işe yaramaz. Bunun en başta gelen nedeni bunu yaparken bizim düşüncemizin doğru olduğuna sarsılmaz şekilde inanmamız ve diğerini de bu konuda ikna etmeye çalışmamızdır. Konu her ne ise ve biz her ne düşünüyorsak, karşı tarafı buna ikna edemediğimizde yaşadığımız duygu çaresizliktir.
“Lütfen bunu anla, lütfen değiş, lütfen artık böyle davranmayı bırak, eğer değişirsen gerçekten çok mutlu olabiliriz” inancıyla diğeri üzerinde yöntemler deneriz. İşe yaramayan her yöntem (belki de strateji demek daha doğru olur) sonrası yaşadığımız hayal kırıklığının ardından toparlanıp yeni bir stratejiyle diğerini etkileme ve ikna etmeye dönük çabalarımızı sürdürürüz.
Örneğin ilk önce güzel güzel anlatmayı deneriz, mantıklı açıklamalarda bulunuruz: “Senin iyiliğin için benim iyiliğim için bizim iyiliğimiz için böyle davranmalısın”.
Sonra bu yöntem işe yaramadığında yani hedefteki kişi laftan anlamayınca sesimiz yükselmeye başlar: “Sen zaten hep böylesin, hep böyle yapıyorsun, artık böyle davranmak zorundasın, buna mecbursun”.
Ve bu baskı da işe yaramayınca tehdit etmeye başlarız: “eğer bir kere daha böyle davranırsan sana bunu ya da şunu yaparım.”
Artık muhatabımız her kimse tehditler ona göre şekil almaya başlar. Eşimizse terk etmekle, çocuğumuzsa harçlığını kesmekle, arkadaşımızsa arkadaşlığımızı bitirmekle tehdit edebiliriz. Ama bu da işe yaramazsa intikam stratejileri geliştirmeye başlarız. Her şeye rağmen o kişiyi kaybetmeye niyetimiz yoksa bu sefer de “ben ettim sen etme diye yalvarmaya ağlamaya başlayabiliriz.” Eğer hiçbir yöntem işe yaramadıysa -ki yaramaz- başımıza gelene razı oluruz, boyun eğeriz, yaşadığımız çaresizlik duygusu ve hayal kırıklığı öyle yoğundur ki kendimizi hasta etmeye başlayabiliriz.
Etkisiz başa çıkma yöntemleri bizi strateji savaşlarının içine düşürür. Siz işe yaramamış bir stratejiyi bırakıp , işe yarar umuduyla yeni bir strateji arayışına koşarken mevcut problem büyümeye devam eder. Çok sevdiğimiz insanlarla ne yaparsak yapalım bağlantıya geçememenin acısını derinlerimizde hissederiz.
Birisinden bir şey almak istediğimizde veya birisine sesimizi duyurmak istediğimizde bu ihtiyacımız konusunda bilinçli değilsek işe yaramayan stratejilerden birine başvurma olasılığımız yüksektir. Bu sırada bize yardımcı olmak isteyen dostlarımız yeni stratejiler önererek farkına varmadan sorunumuzu körüklerler. “O zaman bir de uzak durmayı dene, o zaman biraz alttan al, ailesiyle konuşmayı denedin mi ” gibi öneriler sadece daha fazla zaman kaybetmemize yol açarlar.
Yaptığımız çalışmalarda amacımız, işe yaramayan sorun çözme yöntemlerini bir kenara bırakıp kendiniz için etkili sorun çözme yöntemlerine ulaşmanıza yardımcı olmak.
Kendi varlığımızın farkına varmadan, benliğimizle ilgili net bir fikir sahibi olmadan kullandığımız stratejiler, özünde kendimizle ilgili olmadığı için, diğerlerine dokunmamıza imkan vermezler. Çünkü stratejinin olduğu yerde biz yokuzdur, ruhumuz yoktur. Ama bazen kendi varlığımızdan o kadar uzaklaşırız ki kullandığımız stratejiyi kendimiz sanarız. Kendimizi çok samimi buluruz. Diğerinin, göz yaşlarımız karşısında nasıl bu kadar hain olabileceğine şaşırırız.
Bir danışanım: “ben orada ağlıyorum bağırıyorum sinir krizi geçiriyorum ve beni çok sevdiğini söyleyen kocam orada öyle bir domuz gibi bakıyor” demişti. Kocası hain ya da duygusuz biri değildi. Ama bu bir stratejiydi ve kocası bu nedenle hiçbir şey hissedemiyordu. Çünkü gözyaşları sahici değildi.
Hiçbir şekilde sesimizi diğerine duyuramıyorsak, emin olmanız gereken tek bir şey var: Strateji içindeyiz ve diğerleri stratejiyle ruhumuzun gerçek sesini her zaman birbirinden ayırabilirler.
Stratejiler işe yaramasa da kullanmaya devam ederiz. Çünkü stratejileri tanımak çok zordur. Onları kendimiz sanma yanılgısına çok sık düşeriz. Davranışlarımız konusunda tamamen haklı olduğumuzu düşünürüz. Çocukluk zamanlarında karşılanmamış ihtiyaç ve beklentilerimizi, şimdi hayatımızda olan diğerlerinin karşılamasını isteriz. Çok fazla ihtiyacımız vardır ve yine o ihtiyacı karşılayamayacak birilerine karşı çekilmişizdir. Ya da ihtiyacımız öylesine büyüktür ki diğerleri ne yaparlarsa yapsınlar yapılanların değerini görüp anlamamız mümkün olmaz. Eskiden kalma yaraları şimdiki diğerlerinin sarması imkansızdır.
Etkisiz başa çıkma modellerinden stratejilerden uzaklaşarak kimseyi kırmadan ve aynı zamanda kırılmadan sorunlarımızı çözmek mümkündür. Ancak sorunlu ilişkimizde kalıcı bir değişim yaratmak bir günde gerçekleşecek bir olay değildir. İlişki sorunları sebebiyle acı çekiyor ve bu sorunları kalıcı bir şekilde çözmek istiyorsak üzerinde çalışmaya başlamamız gereken yer kendimizizdir.
“ Neden kendimden başlıyorum her şey onun yüzünden içki içen o, bana bağıran o, eve geç gelen de o” diyebilirsiniz. Karşı taraf bu durumda bizimle ilgilenmemiştir, ihtiyacımız olanı alamamışızdır, ihmal edilmişizdir. İlk ailemizden sonra seçtiğimiz ilişkiler bize en fazla sorun yaratacak olanlardır. Çocukluk deneyimimizi bize yeniden yaşatacak kişilere karşı daha fazla çekim hissederiz.
Küçük bir çocukken yaşadığımız deneyimler varlığımızda iz bırakır ve hayatımızın geri kalanında davranışlarımızın kontrolünü ele geçirebilir. Başka bir deyişle çocuk hafızası varlığımızın içinde özerk bir bölge oluşturup bitmeyen talepleriyle varlığımızın bütününü ele geçirmeye kalktığında içimizdeki o bölgeyle uzlaşmaktan başka çaremiz yoktur. En kötüsü ve sonuçları en vahim olanı çocuk hafıza oluşumunu reddetmektir. İnkar devam ettiği sürece tamamen bilinçsiz biçimde aynı hataları tekrarlayıp dururuz. Farklı insanlarla, farklı, mekan ve zamanlarda ama özde hep aynı hafıza, aynı talepleri ve haklı olduğu zannıyla içimizde isyan çıkarır ve biz her seferinde tuzağa düşeriz.
Çocukluk yaralarımızın, açmazlarımızın, ihtiyaçlarımızın farkına varamadığımızda tüm bu ihtiyaçlar tarafından güdülen bir organizma haline dönüşürüz. Çocukluk yaralarımız ve geçmiş travmalarımız oldukça önemli bir konu. İlişkilerimizi anlamak için yola çıktığımızda bu konulara değinmezsek eksik bir taraf kalacaktır. Konu önemli olmakla beraber bazı sistemlerde abartıldığı kadar da önemli değildir. Travmalarımız, hayatımızdaki her şeyin sorumlusu değildir, bu günde kötü olan ne varsa geçmişimizden kaynaklanmaz. Ama bazen bugündeki sorunlar ağır geldiğinde, biz gücümüzü kaybettiğimizde, tembellik artıp sorumluluk duygusu azaldığında, geçmişi temizlemeye çalışmak kendimizi uyuşturmak ve sorunlardan kaçmak için bir yol haline gelebilir. Aynı hataları yapıp dururken artık suçlayacak bir mecramız vardır. Bazı insanlar çocukluk yıllarında olup bitenlerle aşırı ilgili olduğundan profesyonellerin yaptığı bazı terapilerde hep çocukluk zamanlarını hedef almakta.
Bugündeki sorunu çözmeye çalışmak yerine, sorumluları bulmuş olmanın hazzını yaşamak isteyebiliyoruz.
Psikologlar bu konuların hayatımızdaki önemini keşfeden araştırmalarını yaparken sorumluluğu atabileceğimiz birilerini bulmak niyetinde değillerdi. Sadece tıkanmış ilişkilerimize nefes aldırmayı amaçlıyorlardı.
Geçmişi fark etmeli, çözülmemiş sorunlarımızın bu günümüzü nasıl etkilediğini anlamalıyız ama bunu yaparken geçmişte gereğinden fazla oyalanmadan yapmalıyız. Geçmişi temizlemek öyle diş taşı temizlemek gibi bir şey değildir. Bugündeki sorumluluklarımızı fark ederek, çok çalışarak bugünümüzü ve yarınımızı inşa ederek kendimizi iyileştirebiliriz.
Çocuk hafızanızı yoklayın ve fark ettiklerinizin bu gününüze etkilerini düşünün. Bir dolu tepkiler verip hiçbir etki yaratamadığınız, diğerine ulaşamadığınız, istediklerinize kavuşamadığınız durumlarda tepkinizin ve talebinizin ne kadar mantıklı olduğunu sorgularken eskilere doğru gitmek size kapı açar. Ama o kapıdan geri dönüp bu güne gelmelisiniz.
Çocuk hafıza ne kadar gerçek? Çocukken ki algımıza ne kadar güvenebiliriz? Bizi yanıltmayacağını, hatalı yorumları, zihinsel çarpıtmaları o yıllarda da kullanmış olup olmadığını nereden bilebiliriz?
Eşiyle beş yıl önce ayrılmış bir aile dostumuz vardı. Anne yurt dışına gitmiş 10 yaşındaki Dilan babasıyla Türkiye’de kalmıştı. Bir gün sohbet ederken Dilan’ın çok üzgün olduğunu fark ettim. Belli ki çok da ağlamıştı. Neyin var diye sorduğumda, babasının kendisiyle hiç ilgilenmediğini, başkalarıyla beraberken onu dışladığını, bu yüzden çok mutsuz olduğunu söyledi. Babasını yıllardır tanımıyor, tüm dünyasının Dilan’dan ibaret olduğunu görmüyor olsam, bu adamın, tüm hayatını çocuğuna göre düzenlediğine bizzat şahit olmasam o anda Dilan’a inanabilirdim. Dışlanmış hissetmekten bahsediyordu. Bu benim de, babasının en son aklına gelecek şeydi. Öyleyse çocuk bu kanıya nasıl ulaşmıştı? Sonuçta ortada böyle bir duygu vardı ve bu duyguyla ilgilenmek gerekiyordu. Dilan’a sordum. O da anlatı: “ikimiz yalnızken hep benimle sohbet etmek istiyor. Ama yanımızda başka insanlar varken hep onlarla sohbet ediyor. Yanımızda başkaları varken benimle konuşmuyor, soru soruyorum cevap vermiyor. Ben de ikimiz kalınca ondan intikam alıyorum, ya dergi okuyorum ya da bilgisayarımla oynuyorum. Çünkü herkes gidince bana mum olduğu için benimle konuşuyor. Aslında benimle konuşmak istediği için değil.”
Bahsi geçen baba benim gördüğüm en iyi babalardan biriydi diyebilirim. Çoğu babanın yapmadığı şeyleri yapıyor her gün kızıyla baş başa kalacağı zamanlar yaratıyordu. Her gün kızıyla yürüyüş yapıyor, işlerini kızı okuldan gelmeden bitiriyor, okuldan gelen kızını evde karşılıyor, kabul edeceği misafirleri kızının programına göre ayarlıyordu.
Dilan ise babasının hayatında hep daha fazla yer işgal etmek istiyor, babasının kalbindeki yerini babasının ona olan sevgisini bu yolla ölçmeye çalışıyordu.
Dilan’ın büyüyüp de bir terapiste gittiğini hayal ettiğimde şunları söyleyecek olduğunu tahmin ediyorum. “Annem beni terk ettiğinde beş yaşındaydım. Babamsa her ortamda beni dışladı ve başka insanlar onun için hep daha önemli oldu.”
Çocukluktan kalan her düşünce her duygu gerçek değildir, yanıltıcıdır. Düşünce yapısındaki bozulmalar, çarpıtılmış düşünceler çocukluk yıllarında oluşmaya başlayabilir.
Psikolog Yazar Tülay KÖK
Gsm: 0 533 815 33 54